11 Kasım 2006

Cahit Külebi

ile Hami KARSLI

Image

CAHİT KÜLEBİ ÜZERİNE ..

Yaşamım üç noktada Cahit Külebi ile kesişmiş.
            Birincisi, farklı tarihlerle de olsa aynı ilkokulda okumuşuz.Cahit Ağabey Niksar Gazi Ahmet Danişmend İlkokulu’nu ben doğmadan yıllar önce bitirmiş.
            İkincisi, ikimizin de çocukluğu yine farklı tarihlerde de olsa  Niksar’da aynı mahallede geçmiş.
            Üçüncüsü, yine farklı tarihlerde de olsa ikimiz de Ankara’nın en eski lisesi olan Gazi Lisesi’nde öğretmenlik yapmışız.

            1980’li yılların başında Ankara’ya atanmıştım. Bir gün, aynı kentli olmakla övündüğüm Yekta Güngör Özden’le Anayasa Mahkemesi’ndeki odasında konuşurken, o günlerde Türk Dil Kurumu Yazmanı olan Cahit Külebi söz konusu olmuştu.

            1982 yılı  mart ayında TDK binasının alt katındaki salonda  Aşık Veysel’i anma toplantısı yapılmıştı. Ben de o günlerde Cumhuriyet Gazetesi’nde  Veysel’le ilgili bir yazı yayımlamıştım.Cahit Külebi, konuşmasının bir yerinde bu yazıya da bir gönderme yapınca çok heyecanlanmıştım. Konuşmayı, salonun arkalarında, ayakta izliyordum. O kalabalıkta Külebi’nin yanına gidememiş, yüz yüze tanışamamıştım.

            Yekta Ağabey, “Bugün öğle yemeğinde Cahit Bey’le beraberdik”  deyince ben “Cahit Külebi ile tanışmayı çok istiyorum” dedim. Yekta Ağabey hemen telefonla Cahit Külebi’ye: “Burada seninle tanışmak isteyen genç bir edebiyat öğretmeni hemşerim var. Eğer zamanın uygun ise sana gönderiyorum” dedi.

            O gün öğleden sonra Türk Dil Kurumu’ndaki odasında Cahit Ağabey ile uzun uzun konuştuk. Niksar’daki çocukluk günlerini, Gazi Ahmet İlkokulu’ndaki öğretmenlerini, Kuz Mahallesi’ndeki evlerini, komşularını, Gazi Lisesi’ndeki çalıştığı yıllara ait anılarını anlattı.

            Cahit Ağabey ile o gün başlayan dostluğumuz, O’nu kaybettiğimiz 1997 yılına kadar devam etti.

            1985 yılı haziran ayında Ankara’da bir trafik kazası geçirmiştim. (Yanımda şimdi Ekin Sanat’ın  Genel Yayın Yönetmeni olan Adnan  da vardı) Arabam, ters yönden gelen bir TIR’ın  altında kalmış, ben gözlerimi İbni Sina Hastanesi’nin yoğun bakımında açmıştım. Tüm vücudum kırıklar içerisindeydi. Başucumdaki hemşire doktora “Cahit Külebi’nin hastası kendine geldi” dedi. Cahit Ağabey’le dostluğumu bilen birisinin kaza haberini ona verdiğini, onun da hastaneye gelerek benimle ilgilendiğini sonradan –doktorumdan- öğrenmiştim. 

          O yıllarda  -öğretmenliğin yanı sıra- Ankara ilkokullarına yönelik yayınlar dağıtan bir bürom vardı. Cahit Ağabey arada sırada büroma gelir, ayrıca Ankara’da Niksarlılarla ilgili düzenlediğimiz toplantılara da katılırdı. Bu toplantıların birinde  “Niksar’ın Fidanları” adlı türküyü, Ankara Devlet Konservatuvarı’da öğretmen iken kendisinin derlediğini anlatmıştı.

            Külebi, son derece alçak gönüllü ve dost canlısı  idi. Katıldığı toplantılarda veya günlük yaşamda –eğer kendisini tanıyanlar çıkmamışsa- o kendini sıradan bir insanmış gibi tanıtır,Türk  yazınının usta şairi kimliğini ortaya koymazdı.

            Külebi’yi ve şiirini en doğru ve en iyi şekilde anlatanların başında –bence- kendisinden 10 yaş küçük olan  Sayın Vecihi Timuroğlu gelir.

            Külebi  hakkında söz söyleyen veya yazı yazanlar genellikle Behçet Necatigil’in değerlendirmesine katılırlar. Cahit Külebi’nin yakın dostu  olan Necatigil, Külebi’yi şöyle değerlendirir:   “1940-1950 yıllarını kapsayan Yeni Şiir Akımı’nda kendine özel bir yer ayırdı. Aydın bir saz şairi içtenliği, bir Karacaoğlan rahatlığı ve temiz bir dil ile, zaman zaman kötümser, güvensiz, kendi türküsünü söyledi. Yarım kafiyeler, iç sesler, duygu ve düşüncelerine eklediği zarif benzetmeler ve söyleyişindeki titizlikle en sevilen şairler arasına girdi.Yurt köşelerinin manzara ve insan gerçeklerini modern bir biçim ve yeni bir romantizmle yaşatış, anılarla güçlü içten bir duyarlık; başlıca özellikleridir.”

            Vecihi Timuroğlu, edebiyatta gelenek kavramına, dış yapı öğeleriyle yaklaşmanın aldatıcı olduğunu, şiirde dil ve yansıtma biçiminin önemli olduğunu söyleyerek, Külebi’nin  “aydın bir saz şairi” olduğunu söylemenin onu küçümsemek anlamına geldiğini ifade ediyor. Ben Timuroğlu’nun bu tespitinin doğru olduğunu düşünüyorum.

            Sanatçı,  –sanatın hangi dalında boy gösterirse göstersin-  kendini yurdunun hatta tüm dünyanın sorunlarından sorumlu tutar. Sanatını yaparken bu sorunları işler. Külebi, “Yirminci Yüzyılın İkinci Yarısı”  adını verdiği şiirde şöyle diyor:

                                   Özlem özlem özlem                     

                                    Yokluk yokluk yokluk

                                   Açlık açlık açlık

                                   Yalan yalan yalan

                                   Korku korku korku

                                   Ölüm ölüm ölüm

                                   Duman duman duman  (1)

            Amerikan emperyalizminin Türkiye’yi iyice  kıskaca almağa  başladığı dönemde Külebi  “Amerika”   şiirinde şunları söylüyor:

                                   Önce Kristof Kolomb buldu Amerika’yı,

                                   Sonra biz.

                                   Umutlar azaldı, günden güne, mutluluklar

                                   Ve ekmeğimiz.

                                  

                                    Bir çocuk ağlarsa dağ başında

                                   Gözyaşında Amerika akar.

                                   Vurdularsa birini, kanı şorladıysa

                                   Bilin ki o kurşunlarda Amerika var.

                                   Kişi kişiye köle tutulduysa, asıldıysa

                                   Darağaçlarında Amerika var.

                                   Ama biz yine de direneceğiz

                                   Sonuncumuza kadar. (2)

            Bundan 34 yıl önce yazılan bu şiir bugün de güncelliğini korumuyor mu?

            Cahit Külebi, tam bağımsız laik cumhuriyeti, Atatürk devrimlerini savunan gerçek ulusalcı bir şairimizdir.

            Nevit Kodallı tarafından bestelenerek bir “Atatürk Oratoryosu” haline getirilen “Atatürk Kurtuluş Savaşında” adlı uzun şiirini; Atatürk’e, onunla birlikte savaşanlara ve onun çocuklarına  sunmuştur. Bu önemli yapıt, Cahit Külebi’nin cumhuriyete, devrimlere, ulusa nereden ve nasıl baktığını açıkça gösterir.Tam bağımsızlıktan yanadır.

                                               “Biz biliriz bizim işlerimizi

                                                İşimiz kimseden sorulmamıştır.

                                                Kılıçla, mızrakla, topla, tüfekle

                                                Başımız bir kere eğilmemiştir.” (3)

            Türk Ulusu’nun bir bireyi olmaktan hep onur duyar. Ulusunun gücüne inanır, ama şoven bir tavır da sergilemez. Gerçekçidir.

                                                “Biz yoksul bir milletiz.

                                                Gözlerimizde solgun ışıklar yanar.

                                                Nasılsa yenilmişiz bir kere

                                                Ama uzun sürmez o kadar!” (4)

            Vecihi Timuroğlu, Cahit Külebi’yi Cumhuriyet döneminin gerçek ulusal şairi  olarak nitelerken şu değerlendirmeyi yapıyor: “Hececiler, hiçbir felsefeye dayanmadan ‘milliyetçi’ ydiler. Atatürk’ün yaratmaya çalıştığı ulusalcı politikanın yanlış yanını kavradılar. Onlar, Orta Asya Türkçülüğünü, Atatürkçü ulusalcılığın köklü yanı sayıyorlardı. Faruk Nafiz ulusalcılığı, ‘Akın’ da biçimleniyordu. Behçet Kemal Çağlar’ın ulusalcılık anlayışı, ‘Bozkurt’ la vurgulanır. Necip Fazıl, saptadığı basamakları çıkamayınca, Tanrı Dağı’ndan Hıra Dağı’na atladı. Nazım Hikmet, ulusalcılığı, anti emperyalist bir savaşımın sonunda kurulacak sınıfsız bir toplumla eş tutar. O, bütün insanlığın kardeşliği üzerine kurulmuş bir dünyayı özler.”  

Bu değerlendirmeye katılmamak mümkün mü?

            Külebi bir Atatürk hayranıdır. O’nu hem bir savaş kahramanı olarak : 

                                                “Bu ne inançtı ki,Gazi Paşa!

                                                  Atının teri kurumadan

                                                 Sürüp gittin yeni yeni savaşların peşinde.” (5) dizeleriyle anlatırken, devrimci Atatürk’e de şöyle seslenir:

                                                “Devrimlerle yüceltti, çok yüceltti,

                                                 Bu milleti temiz ellerin.

                                                 Sana borçluyuz ta derinden

                                                 En büyüğü Mustafa Kemallerin! (6)

             “Erzurum’un Kasımpaşa Mahallesi’nden “Gullabiler” den Necati Bey’in, Pasinler’in (Hasankale) Aşağı Tayhoca (Tahirhoca) köyü’nden Feride (Zekiye) Hanım’dan doğma oğlu Mahmut Cahit, Zile’nin Çeltek köyü’ nde dünyaya geldi. İki kızdan sonra doğan oğlan çocuğunun Erzurumlu bir aile için önemini anlamak çok kolaydır. Cahit Külebi’nin doğduğu gece, babası, Çeltek’te, Şeyh Mahmut’un türbesinde rakı içiyormuş. Muştuyu götürmüşler, Necati Bey (Necati Erencan) çok keyiflenmiş, büyük sevinç duymuş. Necati Bey, o dönemin ünlü yazarı Hüseyin Cahit Yalçın’a büyük bir hayranlık duyduğu için, kendi kendine, ‘oğlum olursa adını Cahit koyacağım’ dermiş. Muştuyu Şeyh Mahmut’un türbesinde alınca, bunda bir keramet görmüş olmalı ki, şeyh efendinin adını da ekleyerek oğlunun adını Mahmut Cahit koymuş. Soyadı yasası çıkınca, aile ‘Erencan’ soyadını almış. İlk şiirlerinde Nazmi Cahit takma adını kullanan Mahmut Cahit, daha sonra şiirlerini, Cahit Külebi adıyla yayımlamıştır. ‘Külebi’ adı, onun gerçek aile adı olan ‘Gullabi’  den alınmıştır. Cahit Külebi adıyla ünlenince, yargı yoluyla soyadını değiştirmiş , Külebi soyadını yasallaştırmıştır.”(7)

             Evdeki  Kuran’ın arka sayfalarına, doğan çocukların doğum tarihlerini yazma eski bir gelenektir. Cahit Külebi’nin nüfus memuru olan babasının, oğlu için Kuran’a yazdığı doğum tarihi 28 Kânun-i evvel 1332’dir. Ancak nüfus cüzdanında doğum tarihi 9 Ocak 1917 yazılıdır.

             Şükran Kurdakul, Külebi için şunları yazıyor: “Anadolu insanının yaşamını, doğa ve toplum ilişkilerini, acılarını yansıtırken gerçekleri soyutlamadan kendine özgü bir dil kıvraklığı ve yalınlığıyla verdi.Yararlandığı halk şiir kaynaklarını, özellikle Karacaoğlan’ı ustaca olanaklarla geliştirerek, yeni bir ses ve benzeti dünyası yaratmayı başardı. Genellikle dörtlüklere eğilim duydu; dize tekrarlarından, yarım ve tam uyak kullanmadan çekinmeyerek bir denge şairi kimliği gösterdi. Uzun süre özelliklerini yitirmeden aynı sevecen, sıcak, ince hava içinde yeni şiirlere açıldı.”(8)

             Vecihi Timuroğlu,Kurdakul’un kullandığı “denge şairi” tanımlamasını  “yeni şiirle eski şiir arasında”  mı, yoksa “çağdaş dünya görüşü ile eski dünya görüşü arasında”mı kullandığını anlayamadığını, ancak Kurdakul bunu hangi anlamda kullanırsa kullansın, kabul etmenin mümkün olamıyacağını  ifade ederek, Külebi için “O bizim yazınımızda, ilk Avrupalı şiiri yazanlardan birisidir”  diyor.

             Cahit Külebi’nin çağdaş bir düşünceye sahip olduğu tartışma götürmeyecek kadar açıktır. Çağdaş olmayan bir şair şu dizeleri yazabilir mi?

                                    Ve karmaşa bir kara bulut olmuş

                                    Ne güneş açar, ne yağmur yağar,

                                    Kurt sürüleri…öldüren öldürene

                                    İnsanın değeri yok sinek kadar.

                                   İnsanın değeri yok sinek kadar,

                                    Yalan, kandırmaca, vurgun,

 Halkımızın bir ucu savurmacada,

 Bir ucuysa dibinde yoksulluğun.

 …  .  .   .” (9)

             Edebiyatı seven dostlarıma: “Cahit Külebi’nin en çok hangi şiirini seviyorsun?” sorusunu yönelttiğimde hep aynı cevabı alırım. Hikâye!..  Gerçekten benim de öğrencilik yıllarımda ezberlediğim ilk şiirlerden biri “Hikâye” olmuştu.

                                  “Senin dudakların pembe

                                    Ellerin beyaz,

                                    Al tut ellerimi bebek

                                    Tut biraz!

                                   Benim doğduğum köylerde

                                    Ceviz ağaçları yoktu,

                                    Ben bu yüzden serinliğe hasretim

                                    Okşa biraz!

                                   Benim doğduğum köylerde

                                    Buğday tarlaları yoktu,

                                    Dağıt saçlarını bebek

                                    Savur biraz!

                                    Benim doğduğum köyleri

                                    Akşamları eşkiyalar basardı,

                                    Ben bu yüzden yalnızlığı hiç sevmem

                                    Konuş biraz!

                                   Benim doğduğum köylerde

                                    İnsanlar gülmesini bilmezdi,

                                    Ben bu yüzden böyle naçar kalmışım

                                    Gül biraz!

                                   Benim doğduğum köylerde

                                    Kuzey rüzgârları eserdi,

Hep bu yüzden dudaklarım çatlaktır

 Öp biraz!

 Sen Türkiye gibi aydınlık ve güzelsin!

 Benim doğduğum köyler de güzeldi

 Sen de anlat doğduğun yerleri

   Anlat biraz!(10)

                        Külebi bu şiirini 1944 yılında yazmıştır. Bilindiği gibi o yıllar henüz ülkemizde  Atatürk karşıtları bugünkü gibi örgütlenmemişler, bugünkü gibi  devrim karşıtı saldırıya geçmemişlerdi. Yani, henüz 1946 yılında başlayan sürece girilmemişti. Dikkat edilirse 1944’te ,  “Türkiye’yi aydınlık ve güzel” gören Külebi, 1979’da yazdığı  “Acı Dönem” şiirinde: “Halkımızın bir ucu savurmacada,/ Bir ucuysa dibinde yoksulluğun”   dizeleriyle kötümserliğini ifade etmektedir.

                                    Orhan Veli, “Hikâye” nin  son dört kıtasının gereksiz bir yineleme olduğunu söylüyor. Ancak  Vecihi Timuroğlu –çok haklı olarak – bu yargıya katılmayarak: “Hikâye,Cumhuriyet öncesi Anadolu köylülüğünün tarihidir” diyor. Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun ilkin 1932’de basılan “Yaban” romanı da öyle değil midir?

                           Külebi ölünceye kadar hep Atatürk ilke ve devrimlerini savundu. Karşı devrimci politikaları ve politikacıları hep kınadı. Onların verdikleri ödülleri reddetti. Söz ve yazıyla hep onlara karşı durdu. Bu nedenledir ki “ağır akciger enfeksiyonundan kaynaklanan kalp, akciğer ve böbrek yetmezliği” tanısıyla  “metabolizması pamuk ipliğine bağlı” olarak yattığı hastane odasında onu sadece gerçek sanatçı ve devrimci dostları ziyaret ettiler. Bunların arasında hiçbir çirkin politikacı yoktu.

    Işıklar içinde yat Sevgili Cahit Ağabey.

 (1)   “Yangın” adlı yapıttaki “Yirminci Yüzyıl’ın İkinci Yarısı” adlı şiir (1979)

 (2)        “           “        “         “Amerika” adlı şiir(1971)

 (3)   “Atatürk Kurtuluş Savaşı’nda,S.37

 (4)         “          “              “            S.17

 (5)         “          “               “           S.53

 (6)         “           “              “           S.57

 (7)   “Cahit Külebi-Hırçın ve Lirik”(Vecihi Timuroğlu) (S.46-47)

 (8)   “Şair Ve Yazarlar Sözlüğü”(Şükran Yurdakul) (S.251-252)

 (9)   “Yangın” adlı yapıttaki  “Acı Dönem 11” adlı şiir (1979)

 (10) “Adamın Biri” (S.12-13)