POLİTİKA…
Nisan ayı içerisinde hep eğitimle ilgili yazılar yazmayı planlamıştım.
Özellikle, Cumhuriyet Devrimleri içerisinde en önemli yeri kaplayan “köy enstitüleri” konusunu irdeleyecektim. Bu konuyu haftaya erteleyerek bugün “politika nedir, ne değildir” konusunu işleyeceğim.
Bunda, yazılarını büyük bir beğeni ve keyifle okuduğum Sevgili Kadir Özbilgin’in Tokat CHP üzerine üst üste yazdığı yazıların etkisi büyük oldu.
Politika nedir?
Dilimize Fransızcadan giren bu sözcük siyasa, siyaset gibi sözcüklerin karşılığı gibi algılansa da, aslında bunları da içine alan daha geniş anlamlı bir sözcüktür. Çünkü politikanın, siyaset anlamının dışında da anlamları vardır.
Örneğin, politikayı “bir amaca ulaşmak için düşündüğünden başka türlü davranmak, karşısındakilerin duygularını okşamak ya da aralarındaki anlaşmazlıklardan yararlanmak gibi yollarla işini yürütme” anlamında da kullanırız.
Ya da “Türkiye’de eğitim politikaları” cümlesinde olduğu gibi “yol, yöntem” anlamında kullandığımız da olur.
Siyasa ya da siyaset ise “yurt, devlet işlerini düzenlemek için tutulan yol” anlamında kullanılır.
Konunun uzmanları nasıl karşılar bilemem, ben, siyaseti, kısaca “yurt, ulus hizmeti” diye tanımlarım.
Bu arada “Politika, ekonominin yoğunlaşmış, genelleştirilmiş ve sonuçlarına vardırılmış biçimidir” şeklindeki tanım, en beğendiğim ve doğru olduğuna inandığım tanımdır.
***
Uzun yıllar öncesi, Amme İdaresi giriş sınavlarında bana “Türkiye’de siyasi partilerin mahalli teşkilatlarıyla, çıkar gurupları arasındaki farkı anlat” diye bir soru sormuşlar ve ben de çuvallamıştım. Çünkü, Anayasamıza göre “demokratik siyasi hayatın vazgeçilmez unsurları” olan siyasi partilerimizin yerel örgütleriyle çıkar gurupları arasında bir fark bulamamıştım.
“Siyasi parti” kavramının en basit tanımı, benzer siyasi görüşleri paylaşan kişilerin, ülkenin yönetiminde söz sahibi olmak üzere kurdukları örgüt değil midir?
Peki nasıl oluyor da, hangi siyasi parti iktidarda ise, o partinin taraftarları zengin oluyor, iktidarın uygulamalarından daha çok onlar nemalanıyor?
O zaman çıkar gruplarıyla, siyasi partiler arasındaki fark nerede?
***
Seçimlerin eli kulağında… 12 Haziran’a 61 gün kaldı.
TBMM, seçim sonuna kadar tatile girdi.
YSK’nın seçim takvimine göre siyasi partiler kesin aday listelerini 29 Nisan günü ilan edecek. Bu yazı yayımlandığında partilerin YSK’ya verdikleri listeleri biliyor olacağız.
Gazetelerde boy boy resimler görüyoruz. Aday adayları kendilerini tanıtıyorlar.
En önde azametli il başkanı…Partinin o andaki en önemli adamı, “başkan” çünkü!..
Kola gömlek, kravat, ütülü pantolonlar, saçlar özenle taranmış, yüzlerde gülücükler!
Vatan, millet, Sakarya nutukları…
Bütün aday adayları neredeyse aynı şeyleri söylüyorlar:
“Kendim için bir şey istiyorsam nâmerdim!”
“Partimin neferiyim!”
… . . . .
***
Gerçekte durum nedir?
Bugün, hemen hemen tüm siyasi partilerde, siyasi partiler yasasından kaynaklanan ama daha çok, bence bireylerin edilgin tavrının belirlediği oligarşik bir düzen vardır.
Yani partide güç, başta başkan olmak üzere çok küçük bir grubun elindedir.
Partide o grubun dediği olur.
Parti programı, demokrasi, eşitlik, hakkaniyet falan, bunlar boş şeylerdir.
Parti içi demokrasi olmadığı sürece her şey faso fiso dur.
***
Genel merkezde üç kişi – bazen sadece genel başkan- çıkıyor, eline kalemi kâğıdı alıyor yazıyor:
Tokat kaç milletvekili çıkartacak? Beş.
Ben adayları tespit edip sıralamasını da yaptım. Gönderin bu listeyi oraya bu listeye oy
versinler.
Bunun adı ne? Seçim!..
Oh ne âlâ!…
***
Vatan, millet, Sakarya nutukları atan aday adayları, sizler daha parti içi demokrasisi için savaş veremezken; genel merkezdeki büyüklerinizin önünde lacivert takım elbiselerinizin önünü ilikleyerek: “Ben en iyisiyim, n’olur beni birinci sıradan aday gösterin” yalvarmalarıyla, milleti bir kenara atarak onun vekili olmak ihtirası ile yanıp tutuşanlar, ülkede demokrasiyi, hakkı hukuku siz mi tesis edeceksiniz?
Hadi canım sen de!
***
Geçtiğimiz yıllarda, Tokat’ta bir siyasi partinin il başkanı iken milletvekili olmak için, başkanlıktan ayrılan ama genel merkez tarafından listenin en alt sırasına bile konulmayan bir vatandaş bilirim.
Aday gösterilmeyince kızmış, köpürmüş, partinin genel merkezini en ağır biçimde suçlayarak kamuoyuna bu partiye oy vermeyin diye bildiriler dağıtmıştı.
Bir sonraki seçimde nasılsa genel merkez tarafından listeye alınarak TBMM’ye giren bu vatandaş, o küfrettiği genel merkez yöneticileriyle sarmaş-dolaş, yağlı ballı olmuştu.
Politika bu mu?
Onur, erdem bu mu?
***
Yukarda, politikanın ekonomiyle ilgili tanımından söz etmiştim.
Ülkenin içinde bulunduğu ekonomik tablo nedir?
Siz, “dünyanın en büyük 16. ekonomisiyiz” diye övünenlere boş verin.
Dünya Ekonomik Forumu 2010 raporuna göre Türkiye 134 ülke arasında ekonomide 131. eğitim düzeyi sıralamasında 109. sağlık ve yaşam kriterleri açısından 61. sırada yer almaktadır.
Bugün ülkemizde 9 milyon kişi işsizdir.
6 milyon kişi asgari ücretle çalışmaktadır.
12 milyon kişi yeşil kartlıdır.
AKP iktidarı döneminde:
Dış borç 125 milyar dolardan 282 milyar dolara çıkmıştır.
Bir litre benzin 1.66 TL iken 4.16 TL olmuştur.
Ekmeğin kilosu 1 TL’den 2.12 TL’ye yükselmiş; dana etinin kilosu 8 TL’den 30 TL’ye fırlamıştır.
Ülkemizde ekonomik kriz, irtica, terör, yoksulluk, yolsuzluk, işsizlik, açlık, hukuksuzluk kol gezerken, gündemden hiç düşmezken, emperyalizmin güdümünde yürütülen politikalarla Libya’ya müdahale eden siyasi partiler birlikteliğini görüyoruz.
Emperyalizmin pençesinde kıvranan bir ülke, emperyalizme karşı çıkmayan, ç ı k a m a y a n bu partilerle mi kurtulacak?