TUTSAK OLMAK…
Genelde “tutsak” sözcüğünü, bir savaşta ele geçirilen düşman anlamında kullansak da, bu sözcük çok geniş bir anlamda “özgürlüğün kısıtlanması” anlamına gelir.
Tutulup saklanan, elde bulundurulan, kendi başına bırakılmayan; Arapça “esir” sözcüğünün öz Türkçe karşılığıdır.
Bir suç işlediği sanılan kişinin, yargılama sonuna kadar özgürlüğünden yoksun bırakılma durumuna da “tutukluluk” denir.
Bir zamanlar, siyasal nedenlerle Ankara Emniyet Müdürlüğü’nde ve Ankara Merkez Kapalı Ceza ve Tutukevi’nde tutuklu kalmıştım.
Tutuklu kalmayan birisi, bir tutuklunun iç dünyasında yaşadıklarının ayırdına varamaz.
***
Atatürk’e uygunsuz sözler söyleyen bir din dersi öğretmeniyle kavga ettiğim için götürüldüğüm Ankara Emniyet Müdürlüğü’nün bilmem kaçıncı katında bir odaya tıkmışlardı. Küçücük odada benden başka, tahta sıralarda uyuklayan insanlar da vardı.
Bilisizliği (cahilliği) konuşmalarından belli olan polisin biri “Sizi cami avlusundan mı getirdik ulan!” diye bağırıyordu.
Dışarda dönüp yüzüne bakmayacağın kişiler, insanları aşağılıyorlardı.
Neyse ki, soruşturmayı yapan savcı beni ertesi gün özgür bırakmıştı.
***
Bir başka zaman, siyasi bir nedenle yine Ankara Emniyeti’nin garajının altında DAL (Derinlemesine Araştırma Laboratuvarı) denilen bir yere götürülmüş 18 gün akıl almaz işkencelere uğramıştım.
Bir sandalyeye bağlamışlar, kafamdan, aynı anda kaynar ve soğuk su dökmüşler, elektrik vermişler, yangın hortumunun vanasını sonuna kadar açıp o basınçlı suyla sürüklendiğim duvarda dayanılmaz acılar çektirmişlerdi.
Hücredeki küçük bir teneke kaba çişimizi yapıyor, günde bir kez götürüldüğümüz tuvalette onu döküyor, aynı kapla su içiriliyorduk.
***
İnsanoğlu vücuduna yapılan üzgülere (eziyetlere) alışıyor, direnç gösterebiliyor.
Ancak, kişiliğine, iç dünyasına yapılan üzgülere alışamıyor.
Kendini bilmez bir Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM) savcısının, bilisiz bir polisin, aşağılık duyguları içerisinde bocalayan bir gardiyanın, sizi küçültmek, aşağılamak için söylediği sözler, gösterdikleri davranışlar, sizi bir tuvaletin taşlarında sürükleyen, vücudunuza bir kamçı gibi vuran o basınçlı sudan daha çok yaralıyor.
DAL’ dan çıkarılıp DGM’ye götürüldüğümüzde; yargı öncesi, kalın yuvarlak demirlerden yapılmış bir kafese hayvanlar gibi kapatılmıştık. Saçım sakalım birbirine karışmış, tırnaklarım uzamıştı. Kafesin kapısının önünde polisler nöbet tutuyorlardı. Birisine: “Tırnak makasınız var mı?” diye sordum. Yüzüme tükürür gibi baktı: “Yok” dedi. “Zaten olsaydı da pis bir goministe vermezdim.”
Polis, kendi kafasında beni yargılamış ve “pis bir gominist” olduğuma karar vermişti.
Daha sonra Ankara Ulucanlar Merkez Kapalı Ceza ve Tutukevi’nde böylesi onlarca
davranışla karşılaşmıştım.
Bu DAL, tutukevi öyküsünden aklanarak çıkmış, hatta haksız tutuklandığım için Devlet’e karşı (aleyh) ödence (tazminat) için Ankara 2. Ağır Ceza Mahkemesi’ne başvurmuş, yargılama sonucu Devlet’ten 300 bin lira ödence almıştım.
***
İnsan yazmaya başlayınca dalıp gidiyor.
Ben aslında bugün, bir başka tutsaklıktan, doğanın ve konuyla ilgili insanların duyarsızlığının beni nasıl tutsak ettiğinden söz edecektim.
28 yıldır yaz-kış Niksar’ın Çamiçi Yaylası’nda yaşıyorum.
Çamiçi, denizden 1300 metre yükseklikte, kent merkezine 15-20 dakika uzaklıkta, adından da anlaşılacağı gibi çamlarla kaplı bir yayla!
Benim dışımda sürekli kalan emekli bir tıp doktoru, bir de emekli beden eğitimi öğretmeni arkadaş var.
Niksar Belediyesi bizleri, 22 km. uzağımızdaki Niksar’ın bir mahallesine bağlı küme olarak gördüğü için seçimlerde oyumuzu Niksar’da kullanıyoruz. Yani Niksar’ın bir mahallesi olarak kabul ediliyoruz.
Ancak, bir mahalleye götürülmesi gereken yararlı işlerin (hizmetlerin) hiçbirinden yeteri kadar faydalanmıyoruz.
***
Yayla’ya kar yağışı 5 Ocak günü başladı. Yoğunluğunu artırarak 6 ve 7 ocak günleri de 90 cm. yüksekliğe ulaştı.
Kar yağışlarıyla beraber, elektrikler de kesilmeye başladı. 5 Ocak günü 4 kez, 6 Ocak’ta 5 kez, 7 Ocak günü de 9 kez gitti – geldi, saat 20’de ise gitti ve gelmedi.
O gün sular da kesildi. Çünkü yaylaya su veren kuyulardaki pompalar çalışamaz duruma gelmişti.
8 Ocak günü, evimi ana yola bağlayan ara yol kapalı idi.
Elektrik yoktu.
Sular akmıyordu.
9 Ocak günü saat 09.30’da elektrik geldi, 11.10’da tekrar gitti. O gün bu gelip gitmeler tam 14 kez yinelendi.
10 – 11 Ocak günleri elektriğin kaç kez kesilip tekrar geldiğini artık sayamaz olmuştum.
Yayla’nın su işlerine bakan kişi, başka bir kaynaktan su bağladı. Bu kez de borularda kalan sular donduğu için evin suları yine akmadı.
Karayollarının araçları ana yolu açtılar. Ancak her yıl yaptıkları gibi, ana yolun karlarını benim evime giden ara yolun girişine yığdılar.
Şimdi ben, yolu kapalı, suyu akmayan, elektriği de bir gelip bir giden Çamiçi Yaylası’nda tutsağım.
Eğer doğa ısınır, karlar, buzlar erir, yolum açılır, suyum akar, elektriğim de sürekli yanarsa tutsaklığım sona erecek.
Yazıyı Arapça bir sözcükle sonlandırayım. Haydi hayırlısı! …